Mart ayı boyunca NHKM’de sergilenecek 8 tek kişilik oyunun açılış etkinliği 6 Mart Salı 20.30’da Levent Üzümcü’nün Anlatılan Senin Hikâyendir oyunuyla gerçekleşecek. Cansu Fırıncı bu vesileyle Üzümcü ile oyunundan yola çıkarak memleketin hali ve güncel konulara uzanan bir röportaj yaptı.
Hatay’a turneye giderken “kaybolan” dekor valizinin hikâyesiyle başlayalım dilersen.
Valiz kaybolma hikâyesi değil tabii o. Hükümetin havayolunu kullanmak zorunda kaldım giderken. Normalde kullanmıyorum o havayolunu ben, asla binmiyorum uçaklarına. İki kere check-in sırasında, bir kere de ring aracına binerken o valizin ne kadar önemli olduğunu söylemek zorunda kaldım, ikide bir sorup duruyorlardı çünkü. Hiç unutmayacağım bir kare, kontuar görevlisi memurun yanından ayrılırken onun yanındaki görevlinin bakışları kaldı aklımda. Nefret dolu, hırs, kin, bilmezlikle yoğrulmuş o bakışları. Antakya’ya indiğimde bavul yoktu. Kimi arayasın, kime sorasın! Akşam oyun var. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Adana şubesinden çok değerli arkadaşlar ve asistanım o kısacık sürede oyunun dekorunu bulup buluşturdular. Havalimanı görevlilerinin ertesi gün adresime teslim edeceklerini söyledikleri valizimi gidip ben aldım havalimanından… Ve bunu bir kez de Almanya’ya giderken yaşadım. Bu sefer “bulunamayan”, kostüm bavulumdu. İki uçakta da bir tek benim bavulum bulunamamıştı. Ben ne yaptım acaba bu kadar kinlendirecek, hırslandıracak bu insanları?
Önemli kurumlara menzil tarikatının mensuplarının yerleştirildiği söyleniyor…
Menzillerine girmişim o zaman!
Ortadoğu acının, hüznün, ölümün ön planda olduğu bir coğrafya. Bizim türkülerimize baktığında da acı, keder… Senin oyununda da hep acıklı hikâyelere tanıklık ediyoruz ama bu bizde bir umutsuzluk, çıkışsızlık duygusuna yol açmıyor. Umudu hissedebiliyoruz. Bunun sırrı oyunun neresinde?
Benim oyunda diyor ya Ege şivesiyle “Hükümet bu gaadeş, kimin gücü yetmiş hükümete! Benim gücüm ne yetsin hükümete. Bizi ayırıyola böyle. Zamanında evimizi, barkımızı, gomşularımızı yerlerinden edenle şimdi de bizleri yerimizden yurdumuzdan etmek için çalışıyolle!” Ama yetti gari artık, diyor, buramıza kadar geldi. Yaşamış, acısını çekmiş. Öylesine büyük bir çöküş yaşanmış ki tabii ki artçıları olacak. Olmaması düşünülemez. Bunu ne kadar gerçek anlatırsan o kadar dokunaklı olur o kadar da yüreğini alırsın karşı tarafın. Üzülecekse bile bir daha aynı hataları yapmamak için kendine söz verip mutlu ve huzurlu ayrılır. Bir daha böyle bir şeye alet olmayacağım, der. Hükümetler tankıyla, topuyla, tüfeğiyle başka ülkelerin isteklerini yerine getirmek ya da kendi halkının istekleri olduğunu iddia ettiği şeyleri yapmak için bazen insan hayatını ya da azınlıkların hayatını pek umursamıyor. Her bir insan hayatı geri planında ne yaşanmış olursa olsun bir insan hayatıdır. 1915’te yaşananlara baktığında çökmekte olan Osmanlı’nın bağırarak gittiğini görürsün. Sanayii Devrimi’ni ıskalamış, fethettiği yerleri vergiye bağlayarak yaşayan imparatorluk. Sadece üç fabrikası var, ikisi tekstil biri tülbent fabrikası. Henüz batalı 100 yıl bile olmadı üstelik. Bu kadar büyük bir depremi acıya dokunmadan anlatamazsın. Mutlu edebilecek bir tarafı da bu acıları yaşayanların artık hayatta olmaması. Bir daha böyle şeyler yaşanmayacak duygusu… Umarım bu oyunu izleyenler buna inanır. Ama böylesine kardeşlik dolu bir oyunun aynı kardeşlik ruhunu taşıyan illere gidememesi gerçekten üzüntü verici.
Kendi rejimini zorla bize dayatmaya çalışan bu siyasi garabet oy aldığı yerlerde başka partilere oy atan insanlar da olduğu gerçeğini kabul etmiyor. Bütün bu engellemeler, yasaklamalar, valiliklerin, kaymakamlıkların, belediyelerin bizim olmadığının, halkın olmadığının kanıtıdır. 1980’de bugün yapılanların önemli bir kısmı yapılamamıştı. Bugün çıkıp da Sultanbeyli’de Ümraniye’dekileri öldürelim, Fatih-Çarşamba’dakileri keselim diyen birinin olabileceğini düşünüyor musun! Biri çıkıp böyle bir şey dese anında linç edilir ve linç edenlerin hiçbiri yargılanmaz. Akıldan, fikirden, mantıktan çıkılmış bir yerde yaşıyoruz ve tüm bunlar demokrasi adı altında yapılıyor.
Oyunla pek çok turne gerçekleştirdin, hem yurtiçi hem de yurtdışı. Oyunlar istediğin, hedeflediğin seyirci kitlesiyle buluşuyor mu?
Aslında ben istiyorum ki farklı farklı siyasi görüşlerden insanlar bu oyunu izlesinler. Çünkü bu oyun siyaset üstü bir oyun. Bugün çok sert sözleri, tutumu olan tiyatrocuların oyunlarına bakıyorum ve üzülüyorum! Çok rahatsız oluyorum. Oyunlarında söz söylemekten çekiniyorlar. Söyleyecekleri sözün altını çizmekten korkuyorlar. Peki, öyleyse biz neden tiyatro yapıyoruz. Günümüz tiyatrosu 1990’lardaki gibi Şahika Tekand tiyatrosunu doğuran Türkiye değil ki. O zaman başka bir Türkiye vardı, ’80 darbesinin üstünden on sene geçmişti, Özal liberalizminin getirdiği görece bir rahatlama vardı, insanlar bedenlerini kullanarak tiyatro yapıyorlardı, dans tiyatrosu yapıyorlardı, performans tiyatrosu yapmaya yönelmişlerdi. Çünkü ’80 öncesinde yapılan tiyatro slogan tiyatrosuydu, rahatsız etmişti seyirciyi. Ben bugün slogan tiyatrosu yapalım demiyorum ama bugün lafın, sözün anlatılacağı bir sürü oyun var. Bazı küçük tiyatrolar yapıyorlar. Mesela, Berlin Zamanı‘nı izledim. İnanılmaz sosyolojik tespitlerle bezeli şahane bir oyun. Yolcu Tiyatro’nun yaptığı Joko’nun Doğum Günü sağlam bir sistem eleştirisidir. Çok istiyorum böyle oyunlar olmasını. Bugün Tatavla Tiyatrosu Cadı Kazanı koydu sahneye. Cadı Kazanı zor bir oyun, bir özel tiyatronun yapması için büyük bir oyun ama çok önemli şeyler yapıyor işte insanlar, dertlerini anlatmak için çabalıyorlar. Bu dönemin de böyle bir kazancı oldu işte, onlar bizim üzerimize bastıkça biz güçlendik. Bakalım bizi kökümüzden söküp atabilecekler mi? Ama deneyecekler…
İktidar tarafından doğrudan hedef gösterilen bir sanatçısın. Toplumun bir kesiminin gözünde düşmanlaştırıldın. Ne hissediyorsun?
Ben bunu hiç takmıyorum. Ben bu insanlara hiçbir şey yapmamışım ki. Yahu arkadaş insanların seçimle işbaşına gelmiş insanları beğenmeme hakkı vardır, başındaki insanları sevmeme, onaylamama hakkı vardır. Benim yaptığım hiçbir şeyin altında bir siyasi çıkar beklentisi yok. Ben hırsız değilim, cinayet azmettiricisi, yalancı, düzenbaz değilim, ailemi zengin etmiş bir siyasetçi değilim ben, bana kutular içinde milyonlarca lira para gelmiyor… Bugün ne kadar aklı çalışan, vicdanlı insan varsa hepsini vatan haini ilan ettiler. Bütün rakamlar ortada, son 15 yıldır artan tecavüzler, kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, istismarları ortada. En az artan, yüzde 348 artmış. Ben kim olursa olsun birilerinin televizyona çıkıp da belli semtlerin insanlarını hedef göstermesinin faşizm, açık faşizm olduğunu düşünüyorum.
Şehir Tiyatrosu süreci ne aşamada?
Benim davam şu anda Danıştay’da. Aynı gerekçelerle Kemal Kocatürk de atıldı, onunkine 11. İdare Mahkemesi benimkine 9. İdare Mahkemesi baktı. 11. İdare Mahkemesi Kemal’in atılması yanlıştır, dedi, 9. İdare Mahkemesi benim atılmam için doğrudur, dedi. Kemal’de belediye, benim davamda ben Danıştay’a başvurduk. Merak ediyorum ne karar çıkacak.
Peki karar lehte çıkarsa ister misin geri dönmeyi?
Ben bunu her zaman söylüyorum, ısrarla da söyleyeceğim: Bu ülkenin insanlarının benden 50 liraya değil 5 liraya Anlatılan Senin Hikâyendir izlemeye hakkı var. Ben çok şanslı bir aktörüm ve bu şansı yok saymadan, yaşadığım sürece bu memleketin insanlarına elimden gelen tüm iyiliği yapmak istiyorum. Elimden ne geliyorsa, ne kadar geliyorsa… Ben ne yaptım bugüne kadar? İtlik, puştluk, hainlik yapmadım. Asıl vatan hainliği nedir biliyor musun? Elinden pek çok şey geldiği halde yapmayıp kahvede oturmaktır. Vatanını sevmek üretmek, güzel şeyler var etmektir. Bugün kitlesel bir cinnet hali geçiriyorlar, bu elbet bitecek ama umarım kendileri gibi olmayan insanlar zarar vermeden biter.
Yeni projeler var mı?
Var. Bir erkek, bir kadından oluşan iki kişilik bir oyun çalışacağım. Bir de Meşhur İnsanlar Ansiklopedisi.
Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları‘na ilk verdiği isimden yola çıkarak sanırım?
Evet. Çok güzel ve ilgi uyandırıcı bir isim. Oradan yola çıkarak sahneleyeceğimiz bir oyun olacak.